Acele et vakit daralıyor
BEŞ VAKİT NAMAZ
Sual:
Namaz beş vakit değil mi?
Niye üç veya altı vakit
diyenler çıkıyor?
CEVAP
Peygamber efendimiz bize
namazın beş vakit olduğunu
bildirdi. Senelerce beş
vakit kıldı. Artık başka
delil aramak gerekmez.
Kur’an-ı kerimde mealen
buyruluyor ki:
(Namaz, müminlere belli
vakitlerde farz kılındı.)
[Nisa 103]
Nisa suresinin 103.
âyetinde,
(Namaz, belli vakitlerde
farz kılındı) buyrulup,
ayrıca, beş vaktin hepsi de
diğer âyetlerde bildirildiği
halde, “Beş vakit namaz”
ifadesinin geçmeyişi,
kutuplarda ve buralara yakın
yerlerde, beş vaktin
tamamının teayyün
etmemesindendir.
(Nimet-i İslam)
İsra suresinin,
(Güneşin kayması anından,
gecenin kararmasına kadar ve
sabah vakti namaz kıl)
mealindeki 78. âyet-i
kerimenin aslında geçen, (Dülûk-üş
şems) öğle ve ikindi, (Gasak-ıl
leyl) akşam ve yatsı namazı,
(Fecr) de sabah namazıdır.
(Beydavi)
Kaf suresinin,
(Güneşin doğuşundan ve
batışından önce ve gece
Rabbini tesbih et)
mealindeki 39. ve 40. âyet-i
kerimesindeki, güneşin
doğuşundan önceki sabah
namazı, güneşin batışından
önceki öğle ve ikindi
namazı, geceki de akşam ve
yatsı namazıdır.
(Beydavi)
İbni Abbas hazretleri, (Kur’an-ı
kerimde beş vakit namazı
bildiren âyet hangisi) diye
sual edildiğinde, şu
mealdeki âyet-i kerimeyi
okudu:
(Akşama girerken, sabaha
ererken, gündüzün sonunda ve
öğle vaktinde Allah’ı tenzih
edin!) [Rum 17,18]
(Akşama girerken)den maksat,
akşam ve yatsı namazı,
(sabaha ererken)deki sabah
namazı, gündüzün sonundaki,
ikindi namazı, öğledeki de,
öğle namazıdır.
(Celaleyn)
Nur suresinin 58. âyet-i
kerimesinde, (salât-ı fecr =
sabah namazı) ve (salât-ı
işâ = yatsı namazı) ifadesi
açıkça geçmektedir.
Peygamber efendimiz,
Bekara suresindeki,
(Namazları ve vusta namazını
kılın) mealindeki 238.
âyet-i kerimeyi açıklarken,
(Vusta namazı ikindi
namazıdır) buyurdu. (İ.
Ahmed)
Bu âyet-i kerimede,
(Namazları ve orta namazı
[ikindi namazını]
kılın) buyruluyor. Arabi
gramere göre, namazlar [salevat]
denince, ikiden fazla namaz
anlaşılır. Çünkü iki namaz
demek için, salevat
[namazlar] değil, salâteyn
[iki namaz] denilir. Vusta
[orta] namaz ikindi namazı
olduğuna göre, ikindi hariç,
öteki namazların sayısı iki
olamaz, ikiden fazla olması
gerekir. Üç de olamaz; çünkü
VUSTA NAMAZI hariç 4,6 gibi
çift sayılı olmalı ki, orta
namaz [ikindi namazı] tam
ortada olabilsin. Yani
ortadaki namaz ikindi
olduğuna göre, ondan önce
iki namaz, ondan sonra da
iki namaz bulunduğu meydana
çıkar. Diğer âyetlerdeki
namaz vakitleri de dikkate
alınınca, namaz vakitlerinin
beş olduğunda hiç şüphe
kalmaz.
(Gündüzün iki tarafında,
gecenin de yakın saatlerinde
namaz kıl. Çünkü güzellikler
kötülükleri [günahları]
giderir. Bu, iyi düşünenlere
bir öğüttür.) [Hud 114]
Gündüzün iki tarafındaki
namazlar sabah, öğle,
ikindi; gecenin yakın
saatlerindeki namazlar da
akşam ve yatsı namazlarıdır.
(Medârik)
Burada Hasenat =
Güzelliklerden murat beş
vakit namazdır.
(Medârik, Beydavi)
Kitap ve Sünnet’ten
sonraki delil İcma’dır.
Peygamber efendimiz, Eshab-ı
kiram ve onlardan sonra
bugüne kadar gelen bütün
âlimler, beş vakit namaz
kılmış, bu hususta kesin bir
icma hâsıl olmuştur.
İslam âlimleri de, beş vakit
namazın nasıl kılınacağını
kitaplara yazmışlar, böylece
Kıyas-ı fukaha ile de
namazın beş vakit olduğu
sabit olmuştur.
İki vakit yeter mi?
Sual: Bir yerde şöyle
bir hadis okudum:
(Meşhur İslam
âlimlerinden İmam Ahmed b.
Hanbel ve Ebu Davud’un
rivayetlerine göre beş vakit
namaz kılmaya vakit
olmadığını söyleyip “Bana
öyle bir şey emret ki
yaptığım zaman yeterli
olsun” diyen Fudale’ye
Hazret-i Muhammed sabah ve
ikindi namazlarına devam
etmesini, iki vakti
kılmasının ona yeterli
olacağını söylemiştir.)
Yukarıda bildirilen hadis
doğru mu?
CEVAP
Böyle bir ifadeye
rastlamadık. Uydurma olma
ihtimali vardır; çünkü İslam
âlimleri Hazret-i Muhammed
demez. Bunu genelde
yabancılar söyler. Ayrıca bu
ifade, aşağıda bildirilen
sahih hadislerin hepsine
aykırıdır. Bir vakit namazı
kasten terk etmek çok büyük
günahtır. Böyle bir hadis
varsa eğer, bu olay beş
vakit namaz farz olmadan
önce vuku bulmuş olabilir;
çünkü Miracdan önce, yalnız
sabah ve ikindi namazı
vardı. Hac, namazdan on yıl
sonra farz oldu. Yahut sırf
o söylenen şahsa ait özel
bir durumdur, namaza alışana
kadar ona öyle denmiş
olabilir; çünkü o zaman din
yeni geldiği için, özel
olaylar olabiliyordu. Mesela
buna benzer bir olay şöyle
idi: Bir genç,
(Ya Resulallah, yalan, zina
ve içkiyi bırakamıyorum. Ne
buyurursunuz?) dedi.
Resulullah efendimiz,
(Yalanı benim için bırak)
buyurdu. O genç, kabul
edip gitti. Daha sonra,
diğer iki günahı işlemek
isteyince, (Bu günahları
işleyip Resulullahın
karşısına çıkınca,
"işlemedim" desem yalan
olur. Eğer
“işledim” dersem, beni
cezalandırır) diye düşündü.
Diğer iki günahtan da
vazgeçti.
Namazın beş vakit
olduğuna dair hadis-i
şeriflerden bazıları
şöyledir:
(İslam beş şey [temel]
üzerine kuruldu:
1- Allah’a ve Muhammed
aleyhisselamın Onun resulü
olduğuna inanmak,
2- Her gün beş vakit namaz
kılmak,
3- Senede bir kere malının
kırkta birini Müslüman olan
fakirlere zekât vermek,
4- Ramazan-ı şerif ayında
her gün oruç tutmak,
5- Mekke’ye giderek, ömründe
bir kere hac etmek.) [Buhari,
Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Beş vakit namaz kılanın
hâli, evinin önünden akan
suda beş defa yıkanan kimse
gibidir. Nasıl böyle bir
kimse kirden temizlenirse
namaz kılan da küçük
günahlardan öyle
temizlenir.) [Buhari,
Müslim, İ.Ahmed, Beyheki,
Darimi, Taberani]
(Hazret-i Cebrail inip, bana
imamlık yaptı ve kendisi ile
birlikte beş vakit namazı
kıldım ve beş vakit namazla
emrolundum.) [Buhari,
Müslim, Ebu Davud, Nesai]
(Farz olduğuna inanıp, rükû,
sücud, abdest ve vakitlerine
riayet ederek beş vakit farz
namaza devam edene Cennet
vacib, Cehennem haram olur.)
[Taberani]
(Beş vakit namazı, ilk
tekbire yetişerek kırk gün
cemaatle kılana Cennet
vacibdir.) [Ebu Ya’la]
(Allah’tan korkun, beş vakit
namazı kılın, [Ramazan
ayında] oruç tutun,
mallarınızın zekâtını,
isteyerek verin, âmirinize
itaat edin, böylece
Rabbinizin Cennetine girin.)
[Tirmizi]
(Allah için ibadetinizi
ihlâslı yapın. Beş vakit
namazı kılın, gönül hoşluğu
ile malınızın zekâtını
verin, Ramazan orucunu
tutun, Hacca gidin, böylece
Rabbinizin Cennetine
girersiniz.) [Taberani]
(Allahü teâlânın ilk farz
kıldığı şey beş vakit
namazdır. İlk ortadan
kalkacak olan da yine beş
vakit namazdır. İlk sorgu da
beş vakit namazdan
olacaktır.) [Hâkim]
(Kıyamette herkes korku
içinde iken korkmayan üç
grup insandan biri, sırf
Allah rızası için, her gün
beş vakit namaza çağıran
müezzindir.) [Taberani]
(Allahü teâlâ beş vakit
namazı emretti. Güzel abdest
alıp, bunları vaktinde
kılanı, rükû ve huşularını
tamam yapanı affedeceğine
söz verdi. Bunları yapmayan
için söz vermedi. Onu
dilerse affeder, dilerse
azap eder.) [Ebu Davud,
İbni Mace, Nesai, İ.Malik,
İ.Ahmed]
(Beş vakit namaz, güzelce
kılan için kıyamette nur,
delil ve kurtuluş olur.)
[İbni Nasr]
(Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Beş vakit namazı farz
kıldım. Şartlarına uyarak,
vaktinde kılanı Cennete
koyacağıma söz verdim.
Kılmayana verilmiş bir sözüm
yoktur.”) [İbni Mace,
Ebu Davud]
(Beş vakit namaz ve Cuma
namazı, gelecek Cumaya kadar
ve Ramazan orucu, gelecek
Ramazana kadar yapılan
günahlara kefarettir. Büyük
günah işlemekten
sakınanların küçük
günahlarının affına sebep
olur.) [Müslim, İ.Ahmed]
(Mirac gecesi, 50 vakit
namaz farz oldu. Sonra beş
vakte indirildi.) [Buhari,
Müslim, İ.Ahmed]
(Allahü teâlâ buyurdu ki:
Bende söz ve hüküm asla
değiştirilmez. Bu beş vakit
namaz karşılığında elli
vakit namaz sevabı vardır.)
[Buhari, Müslim, Tirmizi,
Nesai]
(Bir kadın, beş vakit namazı
kılar, orucunu tutar,
kendini yabancılardan korur
ve kocasına itaat ederse,
Cennete istediği kapıdan
girer.) [İbni Hibban]
(Beş vakit namazı terk eden,
Allahü teâlânın hıfz ve
emanından mahrum olur.)
[İbni Mace]
(Herkes bozulunca, beş vakit
namazı cemaatle kılana her
gün yüz şehid sevabı
yazılır.) [İ.Nasr]
(Beş vakit namazı cemaatle
kılan, Sırat köprüsünü
şimşek gibi geçer.) [Taberani]
(Beş vakit namazı kılan,
Ramazan orucunu tutan, zekât
veren ve büyük günahlardan
sakınan herkese, kıyamette,
Cennetin sekiz kapısı
açılır. Dilediği kapıdan
girer.) [Hâkim]
(Beş vakit namaza devam
edin, çünkü küçük günahlara
kefaret olur.) [Taberani]
(Kitab ehli olan bir kavme
vazifeli olarak gittiğin
zaman, önce, Allah’tan başka
ilah olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Resulü
olduğuna şehadet etmeye
davet et. Bunu kabul
ederlerse, Allah’ın günde
beş vakit namazı farz
kıldığını haber ver. Bunu da
kabul ederlerse, Allah’ın
kendilerine zenginlerinden
alınıp fakirlerine verilen
bir sadakayı [zekatı] farz
kıldığını söyle.) [Buhari,
Müslim, Ebu Davud]
(Beş vakit namazı kılan,
Ramazan orucunu tutan,
zekâtını veren ve yedi büyük
günahtan kaçan kimseye,
Cennetin bütün kapıları
açılıp, “Selamet ve emniyet
içinde gir” denilir.)
[Nesai]
Üç vakit kılmak
Sual:
Abduhçu biri, (Kur’anda
beş vakit ifadesi geçmez,
ama Peygamber, hayatı
boyunca beş vakit namaz
kılmıştır. Bu bakımdan 5
vakit namaz kılmak suç
sayılmadığı gibi üç vakit
kılmak da caizdir) diyor. Bu
kimse, Resulullahın Kur’ana
aykırı olarak mı beş vakit
kıldığını söylemek istiyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde 5 vakit
namaz bildirilmemiş de,
Resulullah efendimiz
kendiliğinden mi 5 vakit
kıldı? Bir hadis-i şerifte
şöyle buyuruyor:
(Miraca çıktığım gece, beş
vakit namazla emrolundum.)
[Buhari, Müslim]
Hâşâ Resulullah
efendimiz,
(Beş vakit namazla
emrolundum) diye yalan
mı söylüyor?
Din düşmanı istediğini
söyleyebilir, zaten maksadı
dini bozmak ve yıkmak; ama
bir Müslümana, bunlarla
dostluk kurmak, sözlerine
itibar etmek hiç yakışır mı?
Dinini, din düşmanlarının şu
veya bu maske altında
yazdığı kitaplardan
öğrenmek, hiç uygun olur mu?
Elli vakit namaz
Sual: Mirac’da elli
vakit namaz farz kılınınca,
Hazret-i Musa’nın,
Peygamberimize, (Rabbinden
vakit sayısının azaltmasını
iste) demesi üzerine
pazarlıkla, elli vakit beş
vakte indiriliyor. Allah,
insanlara neyin zor
geleceğini bilmiyor mu da,
Hazret-i Musa’nın
teklifinden sonra, namaz beş
vakte indiriliyor?
CEVAP
Pazarlık lafı çok
çirkindir. Allahü teâlâ
elbette olmuş ve olacak her
şeyi bilir. Mesela biri
hastalansa, iyileşmek için
dua etse, Allahü teâlâ da
duasını kabul edip şifa
verse, (Allahü teâlâ
iyileşmek istediğini
bilmiyor mu, duaya ne lüzum
var?) denemez. Dua,
iyileşmesi için bir
sebeptir. Her şeyi bir
sebeple yaratmak Allahü
teâlânın âdetidir. Burada
da, beş vakit namazı farz
kılmasına, Musa
aleyhisselamın bildirmesini
sebep kılmıştır. Böylece,
ezeldeki takdir yerini
bulmuş ve beş vakit namaz
farz kılınmıştır.
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2780
ÖLÜM VAR HESAP VAR
Mekke
Canlı yayın Kabe den Canlı
yayın - Kabe canlı yayın -
Mekke den Canlı yayın -
Kabe den Canlı yayın - Kabe
canlı yayın
Ölüm hakikati nin Kur’an-i yorumlanmasıyla,
materyalist bakış açısından
farklı, hatta kesin olarak
zıt yöndeki farklı noktalara
çıkmaktadır. ‘’ Her
canlı muhakkak ölümü
tadacaktır ’’
Ayet-i kerimesinde ölümün
hakikat olmasından çok
ölümün muhakkak olacağı
vurgusu vardır. Bir şeyin
muhakkak olacağı onu hakikat
yapmamaktadır. Hakikat olan
şey, geçici değil daimi ve
kalıcı olandır. Dinen ölüm
bir son değil, ebedi bir
hayatın başlangıcıdır.
Ölümle birlikte insanların
ebedi olarak yaşayacakları
yerler için din gününe giden
adımdır. Ölüm, zaten bir
hakikat olsaydı, sonrasında
bir yaşamın olma durumu
ciddi bir çelişkiye mahal verir idi. Bu da inancın
sarsılmasına, vahdetteki
(birlik) dağılmaz bütünlüğün
bir nebze de olsa açık
vermesi, onun mükemmelliğine
vurulan büyük bir darbeye ön
ayak olmaktan geri
durmayacaktır. İnancın
temellerinden biri olan
ahirete iman noktasında
çelişkiye yol açıp, zafiyet
oluşturur. Zaten küre-i
arzda bulunan kötü niyetli
fasıkların beklediği şey de
budur. Yukarda da
değindiğimiz gibi bizler ve
bazı dini gruplar farkında
olmadan firavuni
yöntemlerin oyununa
gelmektedirler.
Ünlü din alimi Said-i
Kürdi de ölümü bir hakikat
değil, hakikate giden
vasıtaya benzeterek
külliyatındaki Sözler adlı
eserinin yedinci sözünde
‘’şu kutsi tılsım ile ölüm,
mümin insanın dünya
zindanından cennet
bahçesine, Rahmanın huzuruna
götüren bir emre hazır
getirilmiş at ve burak
suretini alır’’ diyerek
ölümü aslında bir hakikat
değil de bir vasıta olduğu
gerçeğini ortaya koyar.
Ahiret bir duraktır, biz
dünya durağındayız, ölüm
bizi dünya durağından ahiret
durağına götürecek bir
vasıtadır. Anlaşılmayan ince
nokta ölümün gelmesi onu bir
hakikat, kesinlik, nihayet
öz yapmayacağıdır.. Öz olan,
hakikat olan, ebedi
yaşamdır....
ALINTI
ADRESİ
Mekke
Canlı yayın Kabe den Canlı
yayın - Kabe canlı yayın -
Mekke den Canlı yayın -
Kabe den Canlı yayın - Kabe
canlı yayın
Allah’ın
Nankörlükte Israr Edenlere Laneti
İsrail
oğullarından nankörlükte
ısrar edenler, Davud’un ve
Meryem oğlu İsa’nın diliyle
lanetlenmişlerdir. Bu
onların isyankârlıkları ve
sürekli taşkınlık yapmaları
yüzündendir. Onlar
birbirlerini, yapa
geldikleri kötülüklerden
caydırmaya çalışmıyorlardı;
gerçekten bu yaptıkları ne
fena şeydi. Onlardan
birçoğunu küfre
saplananlarla sarmaş dolaş
görürüsün. Ayartıcı
benliklerinin kendilerine
telkin ettiği şey öylesine
kötüdür ki, Allah’ın hışmına
uğramışlardır ve onlar azaba
mahkûm olacaklardır.
(Maide 78-79-80)
Allah’ın, Yahudileşen İsrail
oğullarını neden
lanetlediğini, sebepleri ile
anlatan bu ayetlere dikkat
edilecek olursa lanetlenen
İsrail oğulları değildir.
İsrail oğullarından
nankörlükte ısrar
edenlerdir. “Nankörlükte
ısrar etmek” demek; Allah’ın
kuralını tanımamaktır.
Yaratana vefasızlıktır.
Allah’ın hatırını
gözetmemektir. Zaten,
Yahudi; kural tanımayan,
vefasız ve hatır gözetmeyen
demektir. Demek ki
lanetlenen İsrail oğulları
değil, ellerinde doğru bilgi
olduğu halde yanlışı yaşam
biçimi edinenlerdir.
Onlar isyan edip sürekli
taşkınlık yapıyorlardı.
Yani Allah’ın yapın
dediklerini yapmıyor.
Yaptıkları şeylerde de aşırı
gidiyorlardı. Daha kötüsü,
Onlar birbirlerini, yapa
geldikleri kötülüklerden
caydırmaya çalışmıyorlardı. İsrail oğullarından
(nankörlükte ısrar edip)
Yahudileşenler, birbirlerini
yapa geldikleri kötülükten
vazgeçirmek için ısrarcı
olmuyorlardı. Yani bir
uyarıyor, bidaha uyarıyor,
üçüncüden sonra uyarılarında
direnmek yerine, uyarmaktan
vazgeçiyor ve onlarla sarmaş
dolaş olarak dostluklarına
devam ediyorlardı. Böylece
kötülük yapanlar hiçbir şey
olmamış gibi kötülüklerine
devam ediyorlardı. Oysaki
Allah cc Lokman suresinin
17.ayetin de Hz Lokman’ın
diliyle bize verdiği öğütte
“Allah’a kulluğunu
hakkıyla yerine getir, her
zaman iyi ve doğru olanı
önerip, kötü ve yanlış
olanlardan sakındır. Başına
gelenlere göğüs ger!
Şüphesiz bütün bunlar
kararlılık ve direnç isteyen
işlerdendir”
Yahudileşenler bu
sorumluluğu yerine
getirmediği için Allah cc
tarafından
lanetlenmişlerdir.
Nitekim bu mesajla; Allah cc,
İsrail oğulları üzerinden,
mesaja muhatap olan herkesi
şöyle uyarıyor. “Ey bu
mesaja muhatap olanlar
(Müslüman’ım diyenler);
sizler de birbirinizi yapa geldiğiniz kötülüklerden
caydırmaya çalışmazsanız,
hışmıma uğrar ve azaba
mahkûm olursunuz”
Hatta bırakın birbirinizi
uyarmamayı, Allah’ın
ayetlerini öğrendikten sonra
bu ayetleri, muhataba
söylemek yerine susup
gizlediğiniz de bile
Allah’ın lanetine
uğrarsınız. Bu konuyu açık
ve net bir şekilde ifade
eden Allah cc.; “Şimdi,
katımızdan İndirdiğimiz
apaçık belgeleri ve
rehberlik delillerini kitap
aracılığıyla insanların
önüne koyduktan sonra onu
gizleyenler var ya; İşte
Allah’ın ve lanet etme
yeteneğine sahip tüm
varlıkların lanet ettiği
kimseler onlardır.”
Bakara suresi 159. ayetiyle
bizi aydınlatan Allah cc.
lanete uğramamamız için bize
dosdoğru yolu öğretmektedir.
Allah’ın lanetine uğramak
istemiyorsak;
1-Allah’ın bize Kuran’dan
öğrettiklerini her ne
pahasına olursa olsun
gizlememeliyiz.
2- Her zaman iyi ve doğru
olanı yapıp, kötü ve yanlış
olanlardan sakındırmalıyız.
3- Birbirimizi yapa
geldiğimiz kötülüklerden
caydırmaya çalışmaktan, asla
vazgeçmemeliyiz.
Şüphesiz Allah katında
canlıların en kötüsü,
yanlışa sessiz ve duyarsız
kalan akılsızlardır.
Vahye muhatap olan herkesi,
Allah’a olan sorumluluğunu
ifa etmeye davet ediyorum.
Gördüğünüz kötü davranışlara
karşı lakayt kalmayın.
ALINTI
ADRESİ
Mekke
Canlı yayın Kabe den Canlı
yayın - Kabe canlı yayın -
Mekke den Canlı yayın -
Kabe den Canlı yayın - Kabe
canlı yayın
BİZE NE OLDU?
Bir takım
Müslümanların işleri
hoparlöre kalmış. 50 seneden
beri ülke çapında bir
hoparlör cinneti veya
histerisi
yaşıyoruz. Geçen gün bir
tek şerefeye 10 hoparlör
yerleştirilmiş olduğundan
bahsetmiştim. Bir yerde de
bir caminin dış duvarına iki
hoparlör konmuş olduğunu
gördüm.
Birkaç gün önce ikindi
namazını kılmak üzere bir
camiye girdim. Küçük bir
mâbetti, sanırım üç saf
vardı. Bermutad (her zaman
olduğu gibi) imam efendi
yakasına portatif bir
mikrofon takarak namaz
kıldırdı.
Eskiden camilerde kamet
getirildikten sonra
“Saflarınızı düzgün ve sıkı
tutunuz ki Allah’ın
rahmetine nâil olasınız”
meâlinde bir uyarı
yapılırdı. Şimdi onun yerine
“Muhterem Müslümanlar cep
telefonlarınızı kapatınız”
duası yapılıyor. Herkes bu
duaya icabet ediyor mu?
Maalesef yine unutan oluyor
ve cemaatin huzuru kaçıyor.
Be adam şu mereti
kapatsana!..
Kapatır mı hiç... Cep
telefonsuz nasıl yaşar
o...Taşra camilerini bilmem
ama İstanbul’un binlerce
camii klima cihazları ile
dolduruldu. Ya Rabbi, ne
çirkin, ne iğrenç âletler...
Bunların görünmemesi lazım.
Önlerine, etraflarına kafes
yapılması gerek.
Geçen gün akşam namazını
Sultanahmed Camii’nde
kıldım. Safı tamamlamak için
minberin sağında yer aldım.
Duvarda tam karşımda âdi mi
âdi, berbat mı berbat,
zevksiz mi zevksiz kocaman,
etrafı nikelajlı bir işporta
saati yer alıyordu.Mercan
taraflarında böyle saatler
bilemediniz 20 liraya
satılıyor. Sultanahmed gibi
ulu bir mâbede böyle çirkin,
böyle değersiz, böyle
zevksiz, böyle âdi bir şey
nasıl asılabilir?
Harunurreşid, Frank
imparatoru Şarlman’a bir
elçi heyeti göndermiş,
hediyeler içinde bir çalar
saat varmış, Şarlman’ın
etrafındaki yüksek papazlar,
devlet erkânı bu tıkır tıkır
çalışan, arada bir çan çalan
saati görünce küçük
dillerini yutacak derecede
şaşmışlar. Acaba içinde
şeytan mı var bunun?
Camiye ille de saat
konulacaksa uzmanlardan,
dekoratörlerden, sanat
erbabından fikir alınması
gerekir. Şimdi Çin’den, eski
antika saatlere benzer
elektrikli saatler geliyor.
Caminin mimarîsine, iç
tezyinatına uygun (veya
fazla ters düşmeyecek) böyle
bir saat alınır ve neresi
münasipse oraya asılır. Biz
maalesef bunu bile
beceremiyoruz.
Geçen sene bir camide cuma
hutbesi dinlemiştim. On
dakikalık hutbede belki 100,
belki daha fazla okuma
hatâsı yapıldı. Meselâ
“akraba” kelimesi okunurken
“râ’ hecesi uzun okundu.
İstanbul’da nasıl olur da
bir cuma hutbesinde böyle
bir lisan hatâsı
yapılabilir?
Heyecanlanmak, mânevî
bir haz ve lezzet almak,
ilâhî müjdeleri ve uyarıları
dinlemek için bir yere
gitmek istiyorum. Maalesef
böyle bir yer bulamıyorum.
Olduğunu iddia eden varsa,
yanıma bilirkişi olarak üç
edebiyat profesörü alayım,
bir de noter kâtibi, kararı
onlar versin.
Çocukluğumda çok değerli
hatipler, vâizler,
mesnevîhânlar mevcuttu.
Onbeş ciltlik bir Mesnevî
şerhi yazmış olan Tâhirü’l-Mevlevî
(Tahir Olgun) merhum büyük
camilerden birinde Mesnevî
okuturdu. Ecdadımız
camilerde Mesnevî okunması
için vakıflar yapmışlar ama
şimdi ne o vakıflar kalmış,
ne de mesnevîhânlar.
Müslüman bir toplum, âhirete
göçen büyük hocalarının ve
şeyhlerinin yerlerini
dolduramıyorsa yıkılmaya
mahkûmdur.
İslâm dini sohbet üzerine
kuruludur. Camilerde, başka
yerlerde çok güzel konuşan
büyük âlimler, ârifler,
hocaefendiler kendilerini
dinleyenleri isyandan taate,
gafletten uyanıklığa,
fısktan salaha, şerden
hayra, dünya hırslarından
âhiret endişesine,
noksanlıktan kemâle
çekerler.
Vasıflı adam
yetiştirilmezse âletler ve
cihazlar bir şeye yaramaz.
Son elli sene içinde,
birkaç istisnâ dışında (ki
istisnalar kaideyi bozmaz)
müezzin bile
yetiştirememişizdir.
Cami imamlığını namaz
kıldırma memurluğu olarak
anlayan ve algılayanlar
zillet ve esaret içinde
sürünmeye mahkûmdur.
Bu ülkenin ismi
Türkiye’dir, burada geçerli
olan lisân Türkçedir. Bir
imamın, yazılı ve edebî
kültür Türkçesini mükemmel
derecede bilmesi gerekir. Üç
yüz kelimelik sokak, çarşı
pazar, iletişim Türkçesiyle
imamlık yapılamaz.
Zekâ özürlülerin Türkçesiyle
elbette gönüller cûş u
hurûşa getirilemez.
Hatip minbere çıkıyor, vaiz
kürsüye oturuyor, cemaat pür
dikkat dinliyor. Ya Rabbi o
ne Türkçe... Fuzulî’nin,
Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın
hayran kalacağı bir üslûb,
bir belagat, bir fesahat.
Müzikten anlayan biri
hatibin konuşmasını notaya
geçirebilir.
Beş dakika sonra cemaat
içinde bir dalgalanma
başladı. Nice kişi sessizce
ağlıyor. Biri çok
heyecanlandı, haykırdı,
bayıldı.
Hatip konuşuyor...
Müslümanların İslâm nimetine
gereken önemi
vermediklerini, hattâ
bazısının ihanet ettiğini
söylüyor. Filipinler’den,
Fas’a kadar gaflet, dalâlet,
ihanet...Bosna’da kadın,
çocuk, ihtiyar, gayr-i
muharib kardeşlerimizin
koyunlar gibi boğazlandığını
anlatıyor. Çeçenistan’da taş
üstünde taş kalmamış, ülke
halkının dörtte biri şehid
edilmiş. Zalimlerin korkunç
zindanlarında, eski
Nemrud’ların ve
Firavun’ların bile yapmadığı
zulümler ve işkenceler reva
görülüyor iman
kardeşlerimize. Kutsal
Kur’ân’lar parçalanıyor ve
yırtık yaprakları helâya
atılıyor.
Cemaat ağlıyor, cemaat
hıçkırıyor, cemaatten
bazıları göğüslerini
yumrukluyor.
Cami bir ana baba günü.
Derin uykular dağılmıştır
artık. Gözyaşları gönül
paslarını silmiştir artık.
Efendi ben böyle
hutbeler, böyle vaazlar
istiyorum.
İslâm’da diş fırçasının
ve diş macununun önemi
hutbesini başlarına
çalsınlar birtakım
çokbilmişler.
İlim istiyorum, irfan
istiyorum, aşk ve heyacan
istiyorum, vecd istiyorum.
Gönülleri ihtizaza
getirecek yüksek konuşmalar
istiyorum.
Ey rekâket def ol!
Ey cehâlet yok ol!
Ey acz görünme gözüme!
Kendileri ağlayamayanlar
cemaati nasıl ağlatsınlar?
Şu yetmiş küsur
milyonluk Türkiye’nin büyük
bir şaire ihtiyacı var.
Şiirleri bayraklar gibi
dalgalanacak bir şair.
Ve sen ey musibet! Böyle
vaazlar, böyle hutbeler
lâikliğe aykırı olur mu
diyorsun?
Söyle bana, sen bu lâikliği
Stalin’den mi, Mao’dan mı,
yoksa Enver Hoca ekferinden
mi öğrendin?
Behey nâbekâr! Lâiklik
camilere, namazlara,
hutbelere, vaazlara karışır
mı hiç...
Gönüllerimizde bir
tıkanıklık var, ağlamazsak
açılamayız. Kana kana,
hıçkıra hıçkıra, doya doya
ağlamak.
Mâzimize ağlamak,
hâlimize ağlamak,
istikbâlimize ağlamak.
Yahudiler kadar
olamıyoruz. Onların kendi
“Ağlama duvarları” var,
karşısına geçip ağlıyorlar.
Biz bunca rezalet, bunca
sefalet, bunca zillet, bunca
esaret, bunca tefrika, bunca
nifak ve şikak, bunca isyan
ve tuğyan içinde günümüzü
gün etmeye bakıyoruz.
İmanları boğazlarından
aşağıya inemeyenler
ağlayamıyor.
Bizim halimize insaflı
kâfirler bile ağlıyor, biz
ağlayamıyoruz.
Gökte melekler, berzahta
ruhanîler bize ağlıyor.
Kutsal emanetleri yitirmiş
bir toplum...
Her gün bin darbe yiyen ve
bunları kanıksamış toplum.
Bunca zillet, esaret,
felâket, hakaret altında
yine keyf sürmeye çalışan,
lüks ve konfor peşinde
koşan, iyi havalarda piknik
yapan bir toplum.
Resûl ne buyurmuş:
“Münafıklar sabah ve
yatsı namazlarının önemini
bilmiş olsalardı, dizleri
üzerinde sürünerek bile olsa
gidip namaz kılarlardı...”
Ey sabah namazları
leşler gibi uyuyanlar! Ey
yatsıları kaçıranlar! Ey
gürûh-i gafilûn... Allah
sizi uyarmış, Resûl sizi
uyarmış, her asrın âlimleri,
ârifleri, sâlihleri sizi
uyarmış.Ama siz
uyanmıyorsunuz.Bunca gaflet,
bunca dalâlet, bunca
gayretsizlik ve
hamiyetsizlik ile nereye
gidiyorsunuz, biliyor
musunuz?
Ey dâiler! Neredesiniz,
zuhur ediniz ve hayat süren
leşleri uyandırmak için
müessir nutuklar, neşideler
okuyunuz.
Gecenin ortasında ve sabaha
yakın gök semâlarında
münâdiler sesleniyor, uyanın
uyanın uyanın diyorlar.
Kulakları tıkanmış, kalpleri
mühürlenmiş gafiller
duymuyorlar.
Gök haber veriyor, yer
haber veriyor, dinleyen yok.
Eyvah eyvah eyvah!...
Vah bize, yazık bize,
efsûs bize..
ALINTI
ADRESİ |